Yunanistan'da yayımlanan Pontiki dergisi "ABD, gelişen bir sanayi ve teknolojiye sahip süper güçlü Türk ordusunu yenemez" dedi..
Washington'daki Hudson Enstitüsü'nde konuşulan senaryo hala tartışılırken bir senaryo da Yunanistan'dan geldi. Yunanistan'da haftalık yayımlanan ve tirajı 20 bin civarında olan Pontiki dergisinde K. Irak'ta Türkiye ile ABD'nin çatışma olasılığına yer verildi ve Türk ordusu övülerek şu ifadeler kullanıldı:
* ABD KORKAR: Amerikalıların süper güçlü Türk ordusunu yenme olasılığı çok az. Amerikan ordusu artık Irak'ta daha fazla dayanamayacak ve güçlü Türk ordusuyla karşı karşıya gelemeyecek durumda. Türkiye ne Irak ne de Afganistan'dır. Dünyanın en çağdaş ve güçlü ordularından birisine sahiptir.
* KAYIP VERİR: Amerika, bütün askeri gücünü harekete geçirirse Türkiye'ye üstünlük kurabilir ancak çok büyük kayıplara da uğrar. Amerikan toplumu, çıkarları açısından belirsiz bir neden için bu kadar güçlü bir ülkeyle, geniş bir bölgede savaşa karışmasını zor kabul eder.
* ALTERNATİFLER VAR: Türkiye'nin her geçen gün daha da gelişen güçlü bir sanayi ve teknoloji temeli var ve muhtemel bir Amerikan ambargosu karşısında, bugün değilse de, önümüzdeki yıllarda Amerikan imalatı sistemlerini, örneğin F-16 savaş uçaklarını desteklemek durumunda olacak. Ayrıca Türkiye, son yıllarda silah sistemlerinde ortak üretim yapılması bağlamında sınırsız teknik ve bilim ithalini şart koşuyor.
* AŞIRI SENARYO: Aşırı da sayılsa, Türkiye'nin ABD ile çatışmadan korkmaması bir yana, sembolik düzeyde de olsa ABD ile bir çatışmayı istemesi olasılığını da düşünmeliyiz. Böylece "imparatorluk" ve bölgenin "doğal lideri" imajı iyice yerleşecektir. Böylesi bir gelişme, Kemalistlerle İslamcılar arasındaki sürtüşme nedeniyle tehlikede olan ulusal birliği sağlayacaktır ve ülke içindeki rekabette asker sınıfına kritik önem de verecektir.
http://internethaber.com/news_detail.php?id=90860
23 Haziran 2007 Cumartesi
Yunanlardan Türk Ordusuna Tarihe Geçecek Övgüler..
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
00:55:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler amerika, amerikan, sövgü, türk övgü, yunan, yunanistan
22 Haziran 2007 Cuma
vekiller mi adamlar mı
541 vekil var Meclis'te. İkisini düş, kalır geriye 539.
539 x 24.400 YTL, eder 13.151.600 YTL.
Yani 13 trilyon 151 milyar TL.
15 Temmuz günü bu 539 milletvekilinin hesabına yatacak bu para.
Temmuz, Ağustos ve Eylül maaşları olarak.
Yani çalışacakları 3 ayın parası peşin.
Ama para hesaba geçtikten 7 gün sonra, yani 22 Temmuz'da görevleri bitecek.
Yani çalışamayacaklar.
Yeniden seçilip çalışmaya devam edeceklere bir daha 3 aylık maaş.
Seçilemeyenlere 24.400 YTL ve yanında emeklilik.
Sadece çalışmayacakları 3 ay için vereceğimiz para 13 trilyon.
Bugüne kadar verdiğimiz şehitlerin her birinin ailesine versek bu parayı aile başına 2.800 YTL eder.
Yalnızca üç kuruş şehit maaşıyla geçinmeye çalışan, çocuklarını okutmaya, karınlarını doyurmaya çalışan insanlar için ne kadar mühim bir para bu farkında mısınız?
Ve biz bu parayı çalışmayacakları zaman için vekil denen bu adamlara veriyoruz.
Şu ana kadar 541 vekilden sadece iki adam bu parayı almayacaklarını duyurdu. (TEBRİK EDİYORUM ONLARI)
Kalan 539'dan hala tık yok.
Bekliyoruz.
Vekiller mi adamlar mı görmek için bekliyoruz.
oyak bank satıldı
Oyakbank satıldı. Oyakbank'ın yüzde 100 hissesi dünyadaki en büyük 20 banka arasında yer alan Hollandalı ING Bank 2 milyar 673 milyon dolara satın aldı.
Oyakbank'ın satışı ile ilgili Oyak ve ING Grubu'ndan Üst Yöneticilerin katılımıyla ortak bir basın toplantısı düzenlendi.
Toplantıda konuşan Oyak Genel Müdürü Coşkun Ulusoy, Oyak Grubu'nun 2005 yılının başlarında bankayı yeniden yapılanma içinde değerlendireceklerini ve şartlar oluşursa satabileceklerini açıkladıklarını ifade etti.
Ulusoy, verdikleri söz ışığında 5 yıl bu konuda faaliyete geçmediklerini ancak sürenin geçen yılın Ağustos ayında dolmasının ardından gerekli
adımlarını attıklarını belirterek, "Bu çerçeve içinde Oyak Bank'ın bütün hisselerini Hollanda menşeli ING Bank'a 2 milyar 673 milyon dolar nakden ve defaten, gerekli izinler alındıktan sonra satmak konusunda anlaştık" dedi.
Oyakbank'ın adı satış işlemlerinin tamamlanmasından sonra en geç bir yıl içinde değiştirilecek.
Askerle ilgimiz yok, yabancıya güvenip sattık
Oyakbank’ın satışını değerlendiren Oyak Genel Müdürü Ulusoy, “Ordunun bankası değiliz. Oyakbank’ı, yapacağı çalışmalara güvenmediğimiz bankaya satmazdık” dedi.
Oyak Genel Müdürü Coşkun Ulusoy, Oyakbank’ın Hollandalı ING Grubu’na satışını düzenlenen basın toplantısında değerlendirdi. Sümerbank’ı 2001’de alıp beş yılda değer yarattıklarını belirten Ulusoy, “ING’yle bu işlemi yapmaktan mutluluk duyuyoruz. Böyle bir kurumun Türkiye’de olmasının finans piyasasının gelişmesi açısından yararlı bir çizgiye ilerleyeceğini düşünüyoruz. Seçim ortamında Türkiye’nin kritik gelişmelerinin yaşandığı ortamda ING’nin attığı adım bu ülkenin insanına, millete olan güveni ifade ediyor” dedi.
Oyakbank’ın askerle ilişkini değerlendiren Ulusoy şunları söyledi: “Oyak, ordunun holdingi değil. Biz ordu mensuplarının gelirlerini değerlendiriyoruz. Banka ordunun bankası değil. Ordunun bankası olmaz, ordu ticaret yapmaz, yapmamalıdır. Bu insanlar maaşlarını kazandıktan sonra bunu bir yere koyup ‘Emekli olunca bize maaş ver’ diyorsa bunu yapmanın yanlış olduğunu düşünmüyoruz. Orduyla bizim bir alakamız yok. Askerin bankası demek doğru değil.”
‘GÜVENMEDİĞİMİZ BANKAYA SATMAZDIK’
“Biz Oyakbank’ı Türkiye’de yapacağı çalışmalara güvenmediğimiz bankaya satmazdık” diyen Ulusoy, bazı taleplerle karşılaştıklarını ve bunları değerlendirmeye bile almadıklarını ifade etti.
‘KATKI YAPACAĞIMIZ ALANLARA GEÇMEK İSTİYORUZ’
Ulusoy, holdingin esas faaliyet konusu olmayan bir alanda çalışmaktansa Türkiye’ye daha çok katkı yapacakları alanlara geçmek istediklerini kaydetti.
Perakendeden çıkma konusunda ilk adımı Oyakbank’ı satarak attıklarını belirten Ulusoy, Türkiye içinde ve dışında karşılaşılacak fırsatlara göre enerjide yatırım yapmak istediklerini ifade etti.
İşte detaylar;
- Bankacılık sektöründe yabancı sermaye payı günümüz itibarıyla yüzde 30'un hatta büyüme de dikkate alınırsa yüzde 33'lerin üzerine çıkmış durumda.
- Satışa çıkarılan bankaların (Oyakbank ve Ziraat Bankası'nın tamamı, Halkbank ve Vakıfbank'ın yüzde 51'i) yabancıların eline geçmesi halinde, sektördeki yabancı sermaye oranının yüzde 50 hatta borsa payları ile yüzde 60'ın üzerine çıkacak.
- Gelişmiş AB ülkelerinde oranlar oldukça düşük. Örneklemek gerekirse; AB ülkelerinden Almanya'da yabancı sermaye payı yüzde 5, İtalya'da yüzde 8, İspanya'da yüzde 10, Hollanda'da yüzde 11, Danimarka'da yüzde 17, Avusturya ve Fransa'da yüzde 19, Yunanistan'da yüzde 20'nin dahi altında..
- Yabancı payının yüksek olduğu ülkeler AB'nin ve IMF'nin kontrol ettiği daha doğrusu sömürdüğü ülkeler. Bunları da örnekleyelim; Estonya'da yüzde 100, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 95, Slovakya'da yüzde 93, Meksika'da yüzde 82, Macaristan ve Polonya'da yüzde 65, Arjantin'de yüzde 48, Peru'da yüzde 47, Şili'de yüzde 42.
- Türk bankalarına 20-25 milyar dolar yatıran yabancı sermaye, Türk halkının trilyon dolarlık aktifinin kontrolünü ele geçirecek.
- Yabancı bankaların, ülkeyi siyasi-ekonomik krizler öncesinde ve sırasında ani terk etme riski, finansal aracılık hizmetlerinde şok düşüşlere yol açarken, artan rekabet, yerlileri aşırı riskli alanlara itecek.
- Artan yabancı rekabet ile yerliler sektör dışına itilirken, Türk bankacılık sistemi tam bir 'Oligopol'a dönüşecek.
- Yabancılar 'en iyilere' odaklanarak, küçük ve orta ölçeklileri göz ardı edecekler.
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
21:51:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler aldık, banka, ing aldı, ing bank, ing bankası, oyak, oyak bank, oyak bankası, oyak depo, oyak satıldı, oyak satılık, satılık, sattık, sell
"Coca-Cola Özütü" Hakkındaki MAHKEME Sonucu
COCA COLA'NIN MAHKEME KARARI SONUCU SIIRINI AÇIKLAMIŞ( YAZIK BUNU TÜKETENLERE)
Türkiye'de hatta, dünyada ilk kez *15 Eylül 2006* günü Coca-Cola'ya karşı,
içeriğini açıklaması için Antalya Tüketici Mahkemesinde dava açıldı...
Açılan davada, merkezi Atlanta'da olan ve *1886* yılında Eczacı Dr. John
S.Pemberton tarafından faaliyete geçen Coca-Cola, 120 yıllık geçmişi
ile *"dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye açıklamam"* dediği sırını açıklayacak mıydı? Bu
nedenle geçen gün *(19 Mart 2007)* açılan davanın 3. duruşması yapıldı.
Taraflar mahkemeye 100 sayfayı geçkin açıklamada bulundu. Coca-Cola
mahkemeye savunma amaçlı verdiği dosyada *(24 sayfa savunma metni, 18 sayfa
belge)* üretim, içerik ve ambalaj olmak üzere istenilen her hususa açıklık
getirdi. Gözden kaçan, Coca-Cola açıklamam dediği *"Ticari Sır"* ın ne
olduğunu da açıkladı. *(!)* Antalya tüketici mahkemesi kararını verdi ve
Coca-Cola davasını bir üst mahkemeye taşınmasının yolunu açtı.
Mahkeme tarafında ise Coca-Cola avukatları aracılığı ile yaptığı savunmada,
* *Coca-Cola ürünlerinde,* "... içeriğinde bulunan* *Coca-Cola Özütü* *nün *
*içeriğinin** ürün üzerinde..."* belirtilmemesini, *"ürünün ayırıcı lezzet
ve kalitesi **Coca-Cola Özütü* *sayesinde elde edilmekte..."* olduğundan
dolayı açıklanmadığını belirttidi.*
*Mahkemeden de, haklı olarak,* "Davanın reddine karar...", *verilmesini istedi. Fakat,
mahkemeye verdiği Coco-Cola formülünün bileşim çizelgesinde;
*Şeker :* %10.58 W/V
*Fosforik Asit :* 0.544 G/L
*Kafein :* 150 MG/L
*Coca-Cola Özütü :* %0.015 W/V *(!!!)**
Karamel :* %0.11
*Karbondioksit :* 7.5 G/L
Anlaşılacağa üzere açılan dava sonucunda, Coca-Cola'da bilinmeyen formülü
değil, *Coca-Cola Özütü *olduğu resmiyet kazandı. O zaman, *Coca-Cola
Özütü*nün ne olduğu araştırıldığında, Coca-Cola'nın çok merak edilen
sırı da ortaya çıkacaktı.
Antalya Tüketici Mahkemesinde açılan davada, Coca-Cola'yı savunan
avukatların mahkemeye verdikleri savunmada, Coca-Cola gerçeğinde
bilinmeyenin, esrarengiz kasalarda gizlenen formül değil, yalnızca Coca-Cola
içerisinde yer alan *"özden"* üretildiği açıklandı. O zaman bilinmesi
gereken ve ticari sır olmaktan çıkan bir husus vardı. O da, o *"öz"* hangi
canlıdan *(hayvan ve bitki)* elde edilmişti? Ortada bir formül değil, bir
hayvan veya bitki olması gerekiyor.
Yapmış olduğumuz bir araştırma sonucunda, aslında bu maddenin, gıda katkı
maddelerinde renklendirici *(boya)* olarak bilinen *"Cochineal" *(*Coccus
cacti ve Dactylopius coccus *) ismi ile anılan, başta Meksika olmak üzere,
Kanarya Adaları, Şili, Peru ve Bolivya'da bulunan *Opuntia *cinsi kaktüs
üzerinde yaşayan bir tür böcek türü olduğu bilgisine hemen ulaşıldı...
Günümüzde, *Cochineal böceği* doğal ortamda kaktüs bitkisine kene gibi
yapışarak hayatını sürdürürken, tüketim alanının büyüklüğünden dolayı
kültürel olarak da yetiştirilmektedir... Bizim aradığımız *özüt* ise *Cochineal
böceğinin dişisi ve larvalarından* elde ediliyordu...
. Aztek ve Maya köylüsü yüz yıllardır altın kadar değer verdikleri *Cochineal böceği ve
larvalarını*toplayıp silindir ile ezerek *özünü* çıkarttı ve elde ettikleri *özü* kazanda kaynatarak iplerini boyadı.
Böylelikle Amerikan yerlileri dünyanın turkuvazdan sonraki en güzel büyülü renklerinden birisi olan *Carmine*'yi *(karmen-kırmızı-kızıl elde etti. Sonra işin içine kimya girdi. *Cochineal böceği ve larvalarından elde edilen* özüt *kimyasal işlem sonrası "Carmine pigmenti"(pigment: bitki ve hayvanlardan elde edilen boya)* adı verildi. *"Carmine
pigmenti"*daha çok dokumacılıkta boya maddesi olarak kullanıldı.
*"Cochineal" *kimyada *EC 120* kodu ve *Carminic Acid **(Karminik asit - *C
22H20O13 *)*adı ve* *formülü ile anıldı. Tanımlaması yapılırken de,*"Kırmızı, pahalı olduğu için ender kullanılır. Alkollü içecekler Embriyo
için zararlıdır. Aşırı duyarlılık, hiper-aktiflik."* belirtiler gösterir
açıklaması yapıldı.
Şimdi sıkı durun,Türkiye'de yürürlükte olan gıda kodeksine göre üretilen,
gıdalarda kullanılan renklendiriciler tebliğinin, renklendiricilerin
kullanımının 5. maddesinde",Renklendiricilerin kullanımı ile ilgili
hükümlerin, c) şıkında,* sadece Ek-1 de belirtilen maddeler gıda
maddelerinde renklendirici olarak kullanılabilir",* denilmiştir. Ek-1 de
ise, *"EC (European Community) 120 kodu ile belirtilen, **Cochineal-**
Koşineal**, Karminik asit, Karminler'e 75470 E renk indeks
numarası"*verilmiştir.
Demek oluyor ki, Türkiye'deki tüketici yasasına göre, Coca-Cola'nın
açıklamak istemediği *Cochineal böceğinin* *larva özütü olan **Carminic
Acid*'in, içeceklerde kullanmasında bir sakınca yoktur.
Merak ettim, acaba bu izini verenler ve tebliğe imza atanlar,
Cochineal-**Koşineal böceği hayvan olduğu için, vejetaryenleri uyarma gereğini hiç duymadılar mı? Yine, *Cochineal-**Koşineal** *bir böcek türü olmasından dolayı bir çok
dinde yenmesinin günah olduğu biliniyor mu?
Daha bitmedi. Antalya Tüketici Mahkemesinde açılan davayı başta Coca-Cola
olmak üzere, Türkiye'deki çoğu basın-yayın organları çok fazla ciddiye
almadı."O büyük bir kuruluş uğraşılmaz" anlayışı, davanın nedenlerini mercek altına alınmasına engel oldu. Ne de olsa Coca-Cola'nın büyük oranda reklam bütçesi vardı.
İstedikleri her türden *değerler* ile oyun oynayacaklar. Ayıbı kendileri
yapacak, fakat siz yalnızca tüketici olacaksınız. Sesinizi çıkartmayacaksınız. Soru sormayacaksınız. Ne verilirse onu alacaksınız...
Verdikleri kadar düşüneceksiniz
dünyanın en büyük köpegi
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
06:48:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler dünyanın en büyük köpegi
Türk bilimadamı Einstein'ın teorisini çürüttü
Profesör Tolga Yarman, Einstein'in "Genel Görecelik Kuramı"nı farklı bir yaklaşımla çürütmeyi başardı.
Nükleer alaninda dünyaca ünlü ögretim üyesi Prof. Dr. Tolga Yarman, insa ettigi teorisini deneylerle kanitlayan Profesör Alexander Kholmetskii ile birlikte 24 Nisan 2007 Saat 13:00'te Okan Üniversitesi Akfirat Kampüsü'nde Türk ögrencilerin karsisina çikiyor.
Einstein Yapamadi, Profesör Yarman Yapti
Profesör Tolga Yarman; Einstein'in eylemsizlik kütlesi ve yerçekimi kütlesinin esitligi üstüne oturttugu "Genel Görecelik Kurami"ni farkli bir yaklasimla çürütmeyi basardi. Yarman'in kurami, Einstein'in, otuzlu yaslarinin ortasindan itibaren, hayatinin sonuna kadar ugrasip da yapamadigini yapiyor ve yalnizca yerçekimi alaninda degil tüm kuvvet alanlarina uygulanabildigini kanitliyor.
Profesör Tolga Yarman; Einstein'in eylemsizlik kütlesi ve yerçekimi kütlesinin esitligi üstüne oturttugu "Genel Görecelik Kurami"ni farkli bir yaklasimla çürütmeyi basardi. Yarman'in kurami, Einstein'in, otuzlu yaslarinin ortasindan itibaren, hayatinin sonuna kadar ugrasip da yapamadigini yapiyor ve yalnizca yerçekimi alaninda degil tüm kuvvet alanlarina uygulanabildigini kanitliyor.
Dünyada Yapilan Deneyler Yarman'i Dogruluyor
Dünyaca ünlü merkezlerin ve üniversitelerin konuyla ilgili yaptigi deneyler ise Profesör Yarman'in kuramini dogrular nitelikte. Fransa'nin uzay bilimleri enstitüsü ONERA; yerçekimi alaninda Yarman'in sasirtici sonuçlariyla Einstein'in sonuçlari arasinda ortaya çikan farki sinamak üzere bir sure önce atom saatleriyle deneyler yapmaya giristi. Ancak deneyde kullanilan aletlerin hassasiyeti yetmeyince, Yarman'dan yeni deneyler önermesini istedi. Bunun üzerine Profesör Yarman ONERA'ya yeni deneyler sundu. Öte yandan, bir süre önce Rusya'nin ünlü Lebedev Enstitüsü'nde iki esit agirliktan birinin elektronlarla dövülmesi sonucu, dengenin bu sonuncunun aleyhine olarak bozulmasi, Yarman'in öngörüsüyle ayni paralelde olarak yorumlanmaktadir.
Son olarak, Belarusya Devlet Üniversitesi'nde Prof. Alexander Kholmetskii yönetiminde yapilan deneyler, Yarman'in tezini dogruladi. Buna göre, bagli manyetik alan, isik hizindan en az dört kat daha hizli yayiliyor. Bu sonuç Einstein'in kuramiyla çelismektedir.
Konuyla Ilgili Makalesi En Çok Okunanlar Arasinda
Yarman'in konuyla ilgili olarak Aralik 2006'da ABD'nin taninmis doga bilim dergisi, Foundations of Physics Letters'te yayinlanan makalesi, son üç aydir, en çok okunan makaleler arasinda yer aliyor.
Yarman Kurami ve Einstein Kurami Arasindaki Fark
Einstein'in "Eylemsizlik Kütlesi" cismin ivmeli harekette sergiledigi kütle, "yerçekimi kütlesi" ise cismin yerçekiminde sergiledigi kütle olarak açiklanabilir. Söz konusu iki farkli kuramdan çikan sonuçlar birbirlerine yakin olmakla beraber, bunlar arasinda yine de çarpici farklar ortaya çikmaktadir.
Örnegin Prof. Yarman'a göre "kara delikler" olmamaktadir, yani tekillik yoktur. Zaman hiç bir biçimde durmamaktadir. Yarman, "Einstein'in özel görecelik kuramini", esas itibariyle bu kuramin sonucu olarak ortaya çikan "enerji ve kütle arasindaki esdegerlik" çerçevesinde, "enerji korunumunun" genisletilmis bir hali olarak "temel" aliyor. Ancak Einstein'in tersine, onun bu kuramini, bir yerçekimi ortamina iz düsürürken bozmuyor. Ayrica Yarman'in kurami, yalnizca yerçekimi alanina degil, Einstein'in, genel görecelik kuramini ortaya attiktan sonra, hayatinin sonuna kadar, otuz bes yil boyunca, tüm gayretlerine karsin basaramadigi bir çizgide, tüm kuvvet alanlarina uygulanabiliyor. Einstein'in kuraminin tersine, Yarman'in kurami, diger taraftan bugün artik çok çesitli yönlerden dogrulanmis olan, "çagdas atom kuramiyla" bagdasiyor, hatta bunun çok ötesinde, bu son kuramin temel varsayimi olan "de Broglie Bagintisi"nin, yine salt "enerji korunumu" çerçevesinde türetilmesine imkan sagliyor. Bu durumda, enerji alis verisi yoluyla olmasa da, "bilgi", örnegin "yer çekimi" ya da "elektriksel etkilesme" bilgisi, isik hizindan daha hizli yayilabiliyor. Duran cisimler ise, birbirleriyle hangi uzaklikta olurlarsa olsunlar ani olarak etkilesebiliyor oluyorlar ki, Einstein'a göre, hiç bir etkilesme isik hizindan daha hizli olamaz.
http://www.haberturk.com/haber.asp?id=21287&cat=210&dt=2007/04/26
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
03:28:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Ronaldinho: Artık ben de Fenerliyim
Dünyanın en iyi futbolcusu Ronildinho artık Fenerbahçe taraftarı. Ülkesinde Globo'ya konuşan Barcelona'nın yıldızı Ronaldinho Roberto Carlos'un FB'ye transferinin ardından Fenerbahçe'yi tutacağını açıkladı.
Ronildinho Fenerbahçe taraftarı olmasının nedenini de şöyle açıkladı: "Roberto Carlos Milan'ı değil de Fenerbahçe'yi tercih etti. Bu beni çok heyecanlandırdı. Zico'nun Febenbahçe'nin başında olması benim Fenerbahçe'yi ilgimi zaten arttırmıştı. Carlos'da gidince artık Fenerbahçe taraftarı oldum.
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=250269
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
01:02:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler carlos, fenerbahçe, fenerbahçeli, fenerbahçem, gelince, iyce, mutlu, oldum, roberto, ronaldinho, ronaldinho artık bende fgenerbehçeliyim
21 Haziran 2007 Perşembe
Çıplak gösteren Telefon!
Mükemmel dizaynı, dokunmatik ekranı, devasa hafızası ile iPhone'u anlatıp durduk. iPhone gerçek bir şaheser şüphe yok bu yüzden Apple tebrik ediyoruz ama bazı şeyler dokunmatik ekrandan daha önemlidir...
Japonya'nın her zaman ilk teknolojik gelişmeleri kullandığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Gelecek nesil telefonları da ilk onlar buldu ve kullanıyor. X5005 adlı telefonda bir X-ray kamera mevcut. Peki ne demek X-Ray kamera? Erkeklerin rüyası demek, yıllardır hayali kurulan teknoloji demek. Aşağıdaki demek
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
23:51:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler ciplak, çıplak, çıplak gösteren, çıplak gösteren ipod, çıplak gösteren telefon, çıplak gösteren xray, gösteren, gösteri, ipod, orospu, sex, sexy porn, telefon, xray, xx
MaZoT 1 YeTeLe O-L-A-C-A-K!!
Cem Uzan söyledi...
İktidar şakşakçıları alay etti.
Güldüler...
Olur mu hiç öyle şey filan...
Ya şimdi?
Deniz Baykal da söylüyor...
Devlet Bahçeli de söylüyor...
Mehmet Ağar da söylüyor...
"Mazot 1 yetele olacak!"
Kaldı mı sırıtan?
Hâlâ diyebilirsiniz ki...
"Hepsi iyi hoş da, vergi almadan, mazot verilir mi?"
Bence de verilmez.
Ama verilene veriliyor...
Bal gibi.
Mesela, armatörlere veriliyor.
Gemi sahibi olan dar gelirli arkadaşlar, bu iktidar sayesinde gemisini yürütürken, vergi mergi ödemiyor mazota...
Uçak filosu sahibi olan açlık sınırındaki arkadaşlar da, öyle...
Onların mazotu, malum:
Jet yakıtı... Gariban işi.
O yüzden vergi falan istenmiyor uçaklarını uçuranlardan.
E denize yok.
Havaya yok.
Tarlaya niye var, bu vergi?
N'apsın yani çiftçi, adaletli kalkınmadan faydalanmak için?
Şileple mi sürsün tarlasını?
Boeing'le mi atsın tohumunu?
Ekerken, mazot.
Sürerken, mazot.
Sularken, mazot.
Toplarken, mazot.
Taşırken, mazot.
Hayattır mazot Anadolu'da...
Hayattır.
Su ile aynı.
Üstelik...
Nedir, ÖTV denilen hadise?
Özel Tüketim Vergisi...
Özel tüketim midir buğday?
Kolye yapıp, gerdanımıza mı takıyoruz birader?
Parmağına tek taş pancar veya kulağına fındık takanı gördünüz mü siz?
Bunun neresi özel tüketim?
Mazot 1 yetele olacak...
Çünkü, yetti gari!
Ha peki, oluşacak vergi kaybını nereden telafi edebilirsin?
Yılda 41 milyar dolar faizi, elaleme şak diye öderken nereden telafi ediyorsan, oradan...
Canım kardeşim.
Hayvanların inanılmaz özellikleri...
Hayvanların inanılmaz özellikleri
İnsanoğlu, aklıyla hayvanlardan üstün kabul edilirken, hayvanlar da akıllara durgunluk verecek kabiliyetleriyle insanları şaşırtıyor.
Atlar, bir ay kadar ayakta durabilirken, bir köstebek, bir saat içinde, 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.
AA muhabirinin, Bölgesel Çevre Merkezi'nin (REC) hayvanlarla ilgili birtakım ilginç bilgilere de yer verdiği internet sitesi www.rec.org.tr'den yaptığı derlemeye göre, bir filin hortumunda 50 bin adet kas bulunuyor. Fil, bununla bir ağaç kütüğünü kaldırabilirken, yere düşmüş bezelye tanesini de alabiliyor.
Kutup ayılarının daha az enerji harcayarak, vücut ısılarını korumak için geliştirdikleri yöntem oldukça ilginç. Buzulların sevimli hayvanları, arka ayaklarını ön ayaklarının izine basarak yürüyorlar.
Dünyanın en hızlı koşan hayvanı leopar, ''benim'' diyen atletlere taş çıkarıyor. Leoparların hızı, saatte 100 kilometreyi buluyor.
Atlar, bir ay boyunca ayakta durabiliyor. Köstebekler ise bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.
Gündüzleri görme engelli olan yarasalar, zifiri karanlıkta 0.6 milimetre çapında bir teli ayırt edebiliyor. Susuzluğa dayanıklı olmalarıyla bilinen develerin ise bir rakibi var. Fareler, develerden daha uzun süre susuz kalabiliyor.
KUŞLAR
Sinek kuşlarının kalbi, dakikada 615 kez çarpıyor. İnsanların kalbinin, dakikada 60-80 kez çarptığı göz önüne alınırsa bu kuşlar oldukça heyecanlı görünüyor.
Kargaların, ortalama yaşam süresi 120 yıl. Buna göre, kargalar dile gelse, tarihçilerin danışmanları hazırdı.
Dünyada en derine dalabilen kuş türü, imparator penguenler. Yiyecek aradıkları sırada, 255 metre derine dalabilen penguenler, yaklaşık 18 dakika nefessiz kalabiliyorlar.
Erkek penguenler, feministlerce ödüle layık görülecek türdenler. Zira onlar, kuluçkaya yattıkları 4 ay boyunca ağızlarına bir şey koymuyorlar.
Yine penguenlerin, biz insanların esprilerine konu olan, sarkaç biçimindeki yürüyüşlerinin de bir nedeni var.Penguenler, her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolayarak, enerji tasarrufunda bulunuyorlar.
BÖCEKLER
Dünya halter şampiyonları, karıncaların yanında boynu bükük kalıyor. Kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilen karıncalar, minik bedenlerinden hiç de beklenmeyen performans gösteriyorlar.
Akrepler, radyasyona karşı oldukça direnç gösteriyor. İnsan vücudunun radyasyona direnci 600 rads dolayında iken akreplerinki, 150 bin rads'a kadar çıkabiliyor.
Çöl akrebinin ayaklarındaysa kuma konan bir kelebeğin oluşturduğu titreşimleri bile hissedebilen algılayıcılar yer alıyor.
Büyüklükleri karıncalar kadar olan termitler, toprak üzerinde yüksekliği 8 metreyi bulan yuvalar yaparak, mühendislik yeteneklerini konuşturuyorlar.
EN HIZLI BALIK ORKİNOS
En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.
Su altında en fazla 1 saat kalabilen balinalar, normalde 90 metreye dalabilirlerken, korktuklarında 360 metre derine inebiliyorlar.
En fazla sayıda yumurta bırakan balık ise okyanus güneş balığı. Bu balıklar, bir seferde 30 milyon kadar yumurta bırakabiliyorlar
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
02:43:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler hayvanların özellikleri
Amerikan usulü ayrılık
İki kişi tanışır,birbirlerinden hoşlanır ve çıkmaya başlarlar. Herşey harika gidiyordur. Heyecanla buluşur, sinemaya, yemeğe giderler. Birlikte pekçok güzel şey paylaşırlar. Zaman akıp gider ve birgün birde bakarlarki herşey bitmiştir. Duygular değişmiştir. O eski heyecan kalmamıştır. Ayrılık kapıyı çalmıştır. Daha önce birbirlerine aldıkları tüm hediyeler iade edilir. Küçücük birşey bile atlamadan, titizlikle kitabından Cd'sine, parfümünden küpesine kadar herşey geri verilir. Buna Türk usulü ayrılık adını verdim çünkü dünyanın başka hiçbir yerinde böyle birşeye raslanamayacağını düşünür, birazda komik ve saçma bulurdum işin doğrusu. Oysa artık bunada şükürmüş diyorum çünkü Amerikan usulü bir ayrılık duydumki şaşar kalırsınız. Rachael Ray Show'dan bahsetmiştim daha önce. Programda sütüdyodaki seyircilerden bir kadın yaşadığı bir olayı anlattı. Olay şu ; yaklaşık iki yıldır bir sevgilisi var kadının ve aralarında anlaşmazlıklar çıkıyor sık sık. Son tartışmaları bardağı taşırıyor ve ilişkiyi bitirmeye karar veriyorlar. Adam hışımla odayı terk ediyor ve geri geldiğinde elindeki 16 sayfalık kağıt demetini kadının suratına dayayıp 'Bana olan borcun bu kadar.En kısa zamanda öde.' diyor. Kadıncağaz şaşkınlıkla sayfaları incelediğinde adamın iki yıldır büyük bir titizlikle hesap tuttuğunu anlıyor. Sayfalarda ilişkileri boyunca kız arkadaşına aldığı gülden tutunda bir şişe suya kadar her şeyin fiyatını kuruşuna kadar yazılı. Birlikte gezmeye gittiklerinde arabasına koyduğu benzinin yarısını bile kadının hesabına yazmış diyeyim ben size anlayın artık. 16 sayfalık bu faturanın toplamı da azbuz para değilmiş üstelik. Yanlış hatırlamıyorsam 6-7 bin dolar filan. Kadın uzunca bir süre de bu borcu ödemek için uğraşmış üstelik. Tam Amerikanvari bir ayrılık. Bu olaydan Hollywood'a senaryo bile çıkar bence.
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
01:27:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler america, amerikan, amerikan boşanması, amerikan usulü ayrılık, amerikan usulü boşanma, amerikan usülü, ayrılık, ayrılmak, boşanmak
milli abazanımız hasan..! :)
“ben kendim işin geyiğini çözerim” diyenler doğrudan şuraya baksınlar.. diğerleri okumaya devam etsin..
ben daha 1-2 hafta önce haberdar oldum bu geyikten.. ama muhabbet epeyce eskiymiş.. şimdi efendim “tokyo times” adlı bi sitede bi yazı yayınlanıyor japon kadınlarının cinsel sorunlarının çözümünde başvurulan bi terapi hakkında.. bu yöntem kısaca şöyle bi şey: 40 ‘lı yaşlarında evli japon kadınlarının evliliklerinde yaşadıkları cinsel soğukluk sorununu aşmaları için bi doktorun uyguladığı; bu hanımlar için uygun bi erkek bulup, onlar için bi buluşma ayarlayıp, yemekti muhabbetti derken devamını getirmelerini sağladığı bi yöntem..
buraya kadar bizimle alakalı bi durum yok; olay henüz millileşmedi :) işte bu terapiyi anlatan yazının altına bi kaç yorum yazılıyor, genellikle, “ben nasıl bu ‘seks gönüllüleri topluluğu ‘na girebilirim” diye filan bi geyik başlıyor, işte o noktada olaya bi türk de dalıyor, adı hasan..! 9 numaralı yorumunda hasan abartıyor ve şunları yazıyor:
” japon kadınlarına yardım edebilirim. bedava. tel. no: … türkiye. lütfen bana, bi ’seks gönüllüleri topluluğu’ üyesi olmak için nasıl başvuracağım konusunda yardımcı olun. “
:))
hasan ‘ın yazdığı bu yorumdan sonra, olayı başka türkler fark ediyor ve hasan ‘ı aleme rezil rüsva ediyorlar.. hasan ‘ın yorumundan sonra 500 kadar daha yorum yapılıyor ve her türlü hasan geyiği dönüyor.. oku oku bitmez.. tokyo ile ilgili bi siteyi türkler niye bu kadar sevdi diye düşünüp durmuştur site sahipleri eminim.. :) hasan, yorumu 2005 ‘te yapmış, sene 2007 ve hala ardı sıra yorumlar geliyor.. böyle ilgi görülmüş şey değil yahu :)
UNUTMADAN HASANIN BİRDE FAN CLUB I VAR!! İŞTE BURA
20 Haziran 2007 Çarşamba
Dini fıkralar
Tecavüz
Manastırdan şehire gitmek üzere yaya olarak yola çıkan iki rahibe ormanlık bir alandan geçmek zorunda kalırlar..Ormanın derinliklerine ulaştıklarında,önlerine aniden iki serseri çıkar.Birkaç çırpınıştan sonra serseriler, rahibeleri halleder ve geldikleri gibi yine esrarengiz biçimde kaybolurlar.. Tekrar yola koyulan rahibelerden biri diğerine sorar:
- Kardeş,iki kez tecavüze uğradığımızı Rahip Efendiye söyleyecekmiyiz?....
Diğeri arkadaşına şaşkın şaşkın bakar:
- Ama bizi bir kez düzdüler..
- ayy..yoksa dönerken ayni yolu kullanmayacak mıyız..
Yırtık
Baş rahibe bir sabah manastırda butun rahibeleri toplar ve dün akşam manastırda olmaması gereken olaylar oldu der. Dün akşam manastıra erkek girdiğini söyler bütün rahibeler hhiiihh der fakat arka taraftan bulunan rahibe kikiki güler. Baş rahibe iççamaşırı falan bulunduğunu söyler. Bütün rahibeler yine hhiiihh yaparlar arkadakide yine sinsi gülmeye devam eder. Baş rahibe perzervatif bulundu der. Butun rahibeler arkadaki rahibe hariç hiihh der arkadaki rahibe kkıı kıkı gülmeye devam eder. Rahibe sözünü şöyle bitirir:
Fakat perzervatif yırtıktı der bu kez bütün rahibeler kkı kı güler ve arkadaki rahıbe hhiiiihh der.
Yarı yarıya
Bektaşinin birini ramazanda içki içtiği için yakapaça kadıya götürürler. Çakırkeyif Bektaşi'yi görür görmez kadı:
"Behey kafir! Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı. Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram olduğunu? .." der.
"Sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır" diye karşılık verir Bektaşi.
Kadı:
"Bunun içine pamuk katarlar" Bektaşi:
"Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar..."
Farz
Nasreddin Hoca'nın evine bir gün üç molla misafirliğe gelir. Üçü de birbirinden obur şeylermiş. Hoca ne yemek çıkarmışsa silip süpürmüşler. O kadar ki sahanlarda yemek bitince, bunu da "sünnettir" diye ekmekle iyice sıyırırlarmış. Bu sırada odaya Hoca'nın oğlu girmiş. Mollalar Hoca'yı memnun etmek için:
-Aman ne güzel çocuk...Adı ne bunun? diye sormuşlar.
Hoca:
-Adı Farzdır, demiş.
Mollalar şaşırıp birbirlerine bakmışlar:
-Bu ne biçim isim Hoca Efendi? demişler. Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.
Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
-Ya, sünnet diyeyim de onu da mı yiyin?
Abdestsiz
Nasreddin Hoca bir gün ağacın altında namaz kılıyormuş.Ağaçta bulunan biri de onu izliyormuş. Namazı bittikten sonra namazımın kabul olması için Allah'a dua etmeye başlamış.
-Allahım sen namazımı kabul et.
Ağaçtaki adam:
-Etmem diye cevap vermiş.
Hoca şaşırmış.Tekrarlamış.
-Alahım sen kıldığım namazı kabul et.
-Etmem.
Hocanın şaşkınlığı iyice artmış.Yine:
-Allahım sen namazımı kabul et demiş.
Ağaçtaki adam tekrar:
-Etmem deyince hoca sinirlenmiş.
-Etmezsen etme. Zaten abdestsiz kılmıştım.
Zil sesi
Kasabanın saygın papazı, bir akşam meyhaneye gider.Yemeğini erken şarabını da o kalabalık meyhanede yudumlamaktadır. Saatler sonra çişi gelir ve tuvalete gider. Çıktığında, meyhanedeki o kalabalık kah-kahalarla gülmekte ve birbirlerini dürtüp işaret parmaklarıyla papazı göstererek kahkahalarına devam etmektedirler. Buna anlam veremeyen papaz, meyhaneciyi çağırarak neler olduğunu sorar.
Meyhaneci der ki: "Papaz efendi bizim tuvalette pisuarın üstünde belden aşağısı bir kağıla kapanmış, üstü çırılçıplak bir kadın resmi vardır, zaten görmüşsünüzdür"
-Eeee, der papaz.
Meyhaneci: "İşte o kağıdı kaldırınca bizim bu tarafta bütün ziller çalar da ondan gülüyorlar"..
İmam, Papaz ve Haham
Bir imam, bir haham ve bir papaz ormanda geliyorlarmış. Bir gölün kenarına gelmişler. Hava sıcak mı sıcak. Bakmışlar çevrede de kimse yok, soyunup göle girmişler. Çıktıklarında bir bakmışlar ki kıyafetleri ortada yok. Aramışlar taramışlar ama bir türlü bulamamışlar. Sonunda haham "Benim evim ormanın içinde, biraz ileride. Benim eve gidelim, ben size giyecek bir şeyler veririm" deyince beraber ormanın içinde anadan üryan hahamın evine yürümeye başlamışlar. Tam eve yaklaştıkları sırada bir grup kadın belirmiş. Kaçacak biryerde yok. Papaz hemen şeyini kapatmış. Haham da hemen şeyini kapatmış iki eli ile. İmam ise yüzünü kapatmış. Kadınlar geçtikten sonra hahamla papaz imama neden şeyini kapamadığını sormuşlar. İmam "Sizi bilmem ama benim cemaatte beni yüzümden tanırlar, demiş."
Sen ne işe yaradın
Bektaşi ile hacı osmanlı zamanında ramazanda içki içerken yakalanırlar. Kadı yaptıklarının cezasının ne olduğunu bilip bilmediklerini sorar bunlara. Hacı af diler şeytana uyduk kadı efendi der ve hacı ya idam cezası verir. Bektaşiye sıra gelir ve derki ben Kadı efendi ben gayri-müslümün bana oruç farz değil der. Kadı Bektaşiyi serbest bırakır.Bektaşi kadıya sorar kadı efendi ben de şeadet getirsem müslüman olsam arkadaşımı da bağışlar mısın? Kadı efendi düşünür gavuru müslüman yapmanın ona sağlayacağı sevabı hesap eder ve hacıyıda affeder. Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hoca şaşırararak bekaşiye sorar; Sen ne biçim adamsın be bir dinli oluyon bir dinsiz, sende iman yokmu bire münafık deyip azarlar. Bektaşimizde gavur oldum kendimi , müslüman oldum seni kurtardım. Peki sen ne işe yaradın?
İş iştir
Abraham Libemovitz sınıfındaki tek yahudi öğrenciydi. Ne iyi ki yaşadığı şehir nezih bir yerdi ve ırkçılık gibi sorunlar yoktu. Bir gün sınıfta öğretmen şöyle bir soru sordu:
- Evet çocuklar, dünyada gelmiş geçmiş en büyük insan kimdir? Bilene 20 dolar vereceğim. Bütün çocuklar tahmin etmeye başladı. Biri "George Washington ! Çünku ulusumuzun babasıdır!" dedi. Başka biri "Abraham Lincoln ! Çünkü köleliği kaldırdı !", bir diğeri; "Jan Dark ! Fransayı kurtardı !" Fakat öğretmen bu cevapları kabul etmemiş. Bu sırada Abraham parmak kaldırmış. Öğretmen sormuş; "Evet Abraham,sence dünyada gelmiş geçmiş en büyük insan kimdir?" - Nasıralı İsa.
- Bravo Abraham, aferim, gel al 20 dolarını.
Dersten sonra cevaptan çok memnun kalmış olan öğretmen Abrahama neden isa cevabını verdiğini sordu.
- Öğretmenim, aslına bakarsanız bence dünyadan gelmiş geçmiş en büyük insan Musadır ama...,iş iştir...
Kevser
İmam Hatip Lisesinde teftiş yapan bir müfettiş sınıfa girer.. Ders Kur'an-ı Kerim'dir. Bir öğrenciyi kaldırarak ismini sorar. Öğrenci:"Fatih" diye cevap verir.. Müfettiş : "Peki öyleyse yavrum Fatiha suresini oku bakalım.."..cocuk sureyi okur. Sıra başka bir öğrenciye gelmiştir. Mufettiş yine sorar.."İsmin ne çocuğum?"..çocuk cevap verir: "Yasin ama arkadaşlar kısaca Kevser derler "
Tedbirli olmaya çalışıyor
Papaz ölmek üzere olan adamın üzerine eğilerek;
'Ölmeden önce şeytanı ve onun kötülüklerini lanetle'...der.
Ancak adamdan ses çıkmaz.
Papaz isteğini bir kez daha tekrarlar, ama hastanın sessizliği sürer.
Sonunda Papaz kızgın bir ifadeyle; 'Neden şeytanı ve kötülüklerini lanetlemiyosun, bre gafil?' diye sorunca adam halsizce karşılık verir; 'Nereye gideceğim belli olmadan kimse hakkında kötü konuşmak istemiyorum.'
Kafir
Neyzen Tevfik sivri dilliliği ve içmesiyle bilinen bir sofuymuş.Yine herzamanki mekanında arkadaşlarıyla içiyormuş Oradan geçmekte olan katı dindar bir başka sofu arkadaşı Neyzen'i görmüş.Söylene söylene yanına gelmiş ve şöyle demiş:
-Ah Neyzen! iyi adamsın hoş adamsında, birde şu kafiri içmesen
Neyzen sofuya bıyık altından gülerek:
-Sen hiç merak etme aziz dostum. Ben bu kafiri önce ehli müslim yapıyorum, sonra içiyorum
Oğlumu Kaybettim
Hz. isa bir gun yolda perishan bir adam rastlamIsh.. derdini anlamak icin sormus - neyin var diye.. adam, aman sorma demis... -oglumu kaybettim onu arIyorum... isa, -peki oglunun ne gibi ozellikleri varI diye somus.... adam, -ellerinde ve ayaklarInda civi delikleri vardI demis.. isa, shok olmus ve adama sarIlIp haykIrmIsh -baba...! adam da isa ya sarılmış.... -pinokyo...!
Güzel için oruç bozulurmu ?
Bektaşiye bir gün sormuşlar...
Gelse bir dilberi ahu
Olsa savmı ramazan
Dilber-i ahumu efdaldir ,
yoksa savmı ramazan mı?
Bektaşi cevap verir:
Fırsatı fevketme zinhar...
Sür sefasın dilberin
Olur kazası savmın
Olmaz kazası dilberin....
ne sıklıkta
Erenlerden birine sormuslar
-'ne sıklıkla oruç tutarsın?'
-'ooo' demiş 'her sene kesin oruç tutarım'
-'peki ne sıklıkla namaz kılarsın?'
-'ooo' demiş 'çok sık. her hafta namaz kılarım'
-'peki' demişler ne sıklıkla alkol alırsın?'
-'ehh' demiş 'cok nadiren. akşamdaan akşama!'
Suç sende değil
Bektaşiler gene bir akşam iciyorlarmis. Havada sıcakmı sıcak yazın en sıcak ayı. Ekinlerin suya ihtiyaci var. İçerlerken arkadan birisi seslenmiş '' hocam ne olacak bizim tarlalarımızın hali? bizim için yağmur duasına çıksanda bize bereket yağdırsan''. demiş. Bektaşi ''tamam yarın içmeyelimde yağmur duasına çıkalım''demiş. sabahleyin erkenden bektaşi önde cemaati arkada giderken tarlaların yanına gelmişler. Bektaşi baslamış dua etmeye. Tam duanın ortasında''Allah'im bu tarla benim ''demiş duaya devam etmiş. Neyse duayı bitirdikten sonra herkes evlerine dağılmış. Bektaşininde arsası tam yolun yanındaymış yani çok kıymetliymiş. Bektaşide evine dönmüş. Akşam bir yağmur baslamış, ortalığı sel götüruyor durdurak bilmiyor. Bektaşinin arsasını sel almış götürmüş. Sabahleyin bektaşi yağmurun sevinciyle koşa koşa geliyor birde bakıyorki arsa yok!!! Bektaşi çok sinirlenmiş ellerini havaya kaldırmış ''Yok Allahm suç sende değil, sana o arsanın yerini söyleyen pezevenkte''demiş.
Sen en iyisini bilirsin
Nasrettin hoca bir gün köyden şehre giderken yorulmuş tarlanın kenarındaki Ceviz ağacının altında dinleneyim demiş.Şöyle bir etrafına bakınıp ağacın altına uzanmış. Ve şöyle düşünmüş.Ey Allah'ım gücüne sual olmaz amma,incecik kabak sapında kocaman kabak var, koskocaman ağaçta küçücük ceviz var, bu nasıl iş deyip uykuya dalmış.Ağaçtan bir ceviz hocanın kafasına düşüvermiş.Ve kafada ceviz büyüklüğünde bir şiş olmuş. Hoca hiddetle uyanmış ve Yarabbi sen en iyisini bilirsin demiş. Simdi o kabak ağaçta olsaydı benim halim ne olurdu.
Vaaz
Papazın biri vaaz verecekmiş ama çok heyecanlanıyormuş. Gitmiş baş papaza, papaz efendi ben vaaz vereceyim ama çok heyecanlanıyorum demiş.Papaz,o zaman git biraz şarap iç heyecanın geçer demiş. Adam,şarabı içmiş sonrada vaazı vermiş. Vaazdan sonra gitmiş papaza,demiş nasıldı papaz efendi beğendiniz mi? Papaz , "Güzeldi yavrum ama bazı hataların var."
1)Merdivenden yürüyerek ineceksin tırabzandan kaymayacaksın.
2)Duaların sonunda oleeeey değil, Amin diyeceksin.
3)En önemlisi de İsa Tanrı'nın oğlu sütçünün çocuğu değil.
Cehennem
Dört samimi arkadaş aynı arabada yolculuk ederken trafik kazasında ölürler. Azrail "Türk cehennemine mi yoksa avrupa cehennemine mi gitmek istersiniz?" diye sorar. "Fark nedir?" diye sorarlar. Azrail "Avrupa cehenneminde her gün bir kepçe Türk cehenneminde her gün bir kova bok yersiniz" der. Üç tanesi "biz Türk doğduk, Türk ölürüz" der. Bir tanesi ise uyanıktır, Avrupa cehennemini seçer. Ve aradan epey zaman geçer avrupa cehennemindeki adam artık kepçe kepçe yemekten bıkmıştır, arkadaşlarının durumunu merak eder, hallerini görmek için ziyarete gider. Oysa onlar şen şakrak gülerek karşılarlar onu. Dayanamaz sorar: "Ben bir kepçesini hazmedemezken siz her gün bir kova bok yiyip nasıl bu kadar neşeli olursunuz?" "Oğlum oğlum" derler "Burası Türk cehennemi, bir gün bok olur kova olmaz bir gün kova olur bok olmaz, 3 aydır bir bok yediğimiz yok!"
Yalansa
Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:
- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur’an yazıp bitirdim, demiş.
Az sonra dostu söze girmiş :
- Geçen Ramazan’da Kandilli’ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi’nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi bağırmış :
-Yalan !..
-Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur’an-ı Kerim çarpsın.
Elimden Geleni Yaptım
Kasabanın birinde kilisede pazar ayini sırasında kilisenin içinde olduğu kasabayı su basar. Sular kiliseye doğru ilerlemeye başlar.Herkes panik içinde koşuştururken Papaz'ın yerinde durduğunu gören insanlar Papaz'a gelmelerini söylerler.
Papaz onu Tanrı'nın koruyacağını söyler.
O anda sular yükselmeye başlar.Sular kiliseye girer.Rahip canını kurtarmak için 2. kata çıkar.Bir yandan da Papaz'a kaçmasını söyler.Papaz inadını devam ettirir.Sular 2. kata çıktığında pencerenin önünden bir kayık geçer.İçinde halktan bazı kişiler vardır.Papaz'a gelmesini söylerler ama Papaz yine inadını sürdürür.
'Tanrı beni korur'der.Sular çatıya çıktığında yine bir kayık geçer ve yine halktan bazıları kayığın içindedir Papaz'a gelmesini söylerler ama Papaz 'Tanrı beni korur'demeye devam eder.Sular çatıyıda aşınca Papaz çatıdaki direğe tutunur.Bu sefer tepeden bir helikopter geçer. İçinde yine halktan bazı kişiler vardır.Papaz'a gelmesini söylerler.Papaz yine
'Tanrı beni korur.'der. Ve ölür.
Tanrı'! nın huzuruna çıkar.Tanrıya 'Ben sana darıldım Tanrım. Ben senin huzurunda yıllarca çalıştım,sen beni öldürdün.'der.
Tanrı da 'asıl sen kendini öldürdün.Senin için 2 kayık 1 helikopter gönderdim daha ne yapayım.'der
ORUÇ
Ataist bir adam bir gün ormanda geziyor ve etrafındaki güzelliklere bakıyormuş 'Evrim ne güzellikler yaratıyor!diye düşünüp mest oluyormuş birden arkasında kocaman bir ayı belirmiş ve onu kovalamaya başlamış Adam bütün gücüyle kaçıyormuş ama her arkasına bakışında ayının daha olduğunu farkediyormuş. Dakikalarca süren bir kaçışın sonunda adamın ayağı yerdeki bir dala takılmış, ayı adamın üzerine atlamış, pençesini kaldırmış, Tam vurmaya hazırlanırken adam "ALLAHIM! diye bağırmış. bir anda zaman durmuş ayı donmuş, ormandaki nehir bile akmaz olmuş bir anda orman karramış ve gökyüzünden bir ışık hüzmesi adamın üzerine parlamış. Çok derinden gelen ilahi bir ses adama;
"Yıllarca bana inanmadın,yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın, sana bu durumda yardım etmemi mi istiyorsun? Seni sevgili bir kulum mu saymalıyım?"demiş.
Adam untanç içinde: Biliyorum bunca yıldan sonra dindar biri olmayı istemem haksızlık, ama belki AYIYI DİNDAR yapabilirmisin." demiş
SES: peki " diye karşılık vermiş ve ışık kaybolmuş.Nehir tekrakmaya baslamış herşey eski haline dönmüş. Ayı pençesini indirmiş, iki pençesinide göge doğru çevirmiş, ve konuşmaya başlamış;
"ALLAHIM,senin rızkınla orucumu açıyorum, Hamdolsun bana verdiğin nimetlere...
Mucizeler
Bir Yahudi, bir Hristiyan ve bir Müslüman kimin daha çok dindar olduguna dair tartisiyorlarmis.
"Çölün ortasinda devemin üzerinde gidiyordum" demit Müslüman."Aniden, nereden geldigi belli olmayan çok büyük bir kum firtinasi koptu. Devemin yanina uzandim, deveyle birlikte kumlara daha çok gömüldükçe, gerçekten sonumun geldigini düsündüm. Ama, Allah 'a inancimi yitirmedim. Dua ettim, dua ettim ve aniden etrafimdaki on millik alanda firtyna durdu ve ben köyüme dönebildim.
Hristiyan , "Bir gün okyanusta küçük bir kayikta balik tutarken, dev bir firtina koptu. 2 metre boyunda dalgalar! Gerçekten sonumun geldiiini sandim. Tanri 'ya dua ettim, dua ettim ve sonra etrafimdaki on millik alanda firtina dindi, ben karaya çikabildim."
Yahudi anlatmaya baslamis. "New York sehrinin ortasindayken, yerde siyah bir çanta gördüm. Çantanin içine bakinca parayla dolu oldugunu gördüm. Cumartesi günü oldugundan ve bizim bu kutsal günümüzde paraya el sürmemiz yasak oldugu için, gerçekten sonumun geldigini düsündüm. Ama, inancimi yitirmedim. Dua ettim, dua ettim ve aniden, etrafimdaki on millik alanda "Sali" oldu.
BEN DE PEDERİM AMA
Bildiğiniz gibi bazı hristiyanlar papazlara 'Father-Peder-Baba' derler. Komünist rejim zamanında Rusya'dan zar zor kaçıp New York'a yeni gelen Salamon, metro'da bir papazın yanına oturmuş. O güne kadar hiç papaz görmediği için de sormuş
'Af edersiniz efendim, sizin gömleğinizin yakası neden ters?'
Papaz 'Çünkü ben bir pederim' demiş.
Salamon 'Ben de bir babayım ama gömleğimin yakası ters değil.
Neden siz yakanızı ters takıyorsunuz?' diye yine sormuş.
Papaz biraz düşünmüş ve 'Beyim ben bir çok insanın pederiyim' demiş.
Salamon 'Benim de çok çocuğum var. Tam dört kızım ve dört oğlum var. Ama yakam ters değil' diye cevap vermiş.
Papaz 'Ben yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca insanın babasıyım' deyince Salamon gülmüş ve
'Beyim' demiş 'Ben sizin yerinizde olsam yakamı ters takacağıma pantalonumu ters giyerdim'
MANASTIR HAYATI
Bir manastırda yaşayan üç rahibe oturmuş dedikodu yapıyorlarmış.
Birincisi 'Kızlar' demiş 'Geçen gün baş papazın odasını temizlerken bir sürü seks mecmuası buldum'.
Diğerleri 'Peki ne yaptın?' diye sorunca ilk rahibe 'Hiiç' demiş ne yapacağım hepsini çöpe attım'
İkinci rahibe anlatmaya başlamış 'Bende bir ay önce baş papaz efendinin odasını temizliyordum bir sürü prezervatif buldum'
İlk rahibe sormuş 'Peki sen prezervatifleri ne yaptın? Attın her halde'
İkinci rahibe 'Yok canım' demiş 'Hiç üşenmedim tek tek hepsini iğne ile deldim ve tekrar paketlerine koydum'
Bunu duyan üçüncü rahibe düşmüş bayılmış..
BİTSİN BU DAVA
Bektaşi'nin birine konuk gelecekmiş. Bektasi konuğu nasıl ağırlar... Elde yok, ayakta yok.. Mahçup olmak da istemiyor... Komşusu Yahudi'nin bir sürü keçisi varmış...Onlardan birini çaktırmadan alıp kesiyor... Ama çaktırmadığını sanan kendisi... Yahudi, ağacın arkasından gözlermiş durumu... Diyor ki kendi kendine, "Kadıya gitsem.. Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi… Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi'nin nesi var ki, ondan alıp bana versin... Biz artık Allah'ın huzurunda hesaplaşırız... Yıllar geçiyor. Yahudi, Allah'ın huzurunda davacı oluyor, Bektaşi'den... Mahkeme kuruluyor..
Allah :
-Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin, diyor Bektaşi'ye...
-Kesmedim, diyor Bektaşi...
-Ben gözlerimle gördum diyor, Yahudi..
-Allahım, diyor Bektaşi... Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.
-Haklısın ama, diyor, Allah Ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini...
-Allahım, diyor Bektaşi...Aynı mahkemede, hem şahit, hem hakim olunmaz...
-Gene haklısın, diyor Allah... O zaman getirin keçiyi ona soralım...
-Ne!... diyor Bektaşi... Keçi burada mı?...Ver onu o zaman bu Yahudi'ye...Bitsin bu dava..
Alacaklı
İstanbulun eski devirlerinde azınlıktan bir tüccar Jacob Efendi; nasıl olduysa müslüman bir tüccardan borç alır ve bir türlü ödemez. Haftaya, yok öbür haftaya derken bizimkini oyalayıp durur, sonunda bizimki Jacob Efendinin kapıya dayanır borcunu ödemesini ister. Öderdin ödemezdin derken bizimkinin kafası bozulur açık pencereden uzatır Jacobun kafayı dışari, geçer arkaya başlar bi güzel düzmeye.
O sırada pencereden öğle namazı için salına salına camiye giden imami gören Jacob efendi eli yüzü kan ter içinde, telaşla bağırır imama
-İmam efendiiiii, acele edesin be bre, öğle namazi vakti geçmek uzeredir. Okuyasin hemen su ezani.
İmam kaldırır kafayı pencereden kafası görünen Jacob Efendiye seslenir.
- Yahu Jacob Efendi, sana ne bizim ezan vaktinden. Müslüman olmadığına göre sana ne ezan vaktinden ?
Jacob efendi zar zor cevap verir:
-Öyle demeyesin be imam efendi, bizim de vardir icimizde bir parcacik muslumanlik !!!
KENDİNDE OLMAYANI
Bektaşi, camide namazdan sonra dua etmiş :
-Ey ulu Tanrım, bana bir rakı parası ver!
Yanında namazını bitiren softa da, ellerini kaldırmış :
-Rabbim, bana iman ver!
İki duayı da işiten hoca, Bektaşiye :
-Bak, herkes ne isitiyor Tanrı'dan, sen rakı parası. Utanmıyor musun?, demiş
. Bektaşi usulca :
-Ne yapalım hoca efendi, herkes kendisinde olmayanı ister, demiş.
Peşin Namaz
Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca :
-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya...
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam... Bektaşinin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş :
-Yahu bu ne uzun namaz böyle?
-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları eda eyledim!
Bektaşi :
-Eh ben de bir namaz kılayım! demiş ve başlamış namaza...
Ama ne namaz, bitmiyor, sonunda hoca dayanamamış :
-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!
-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım!
Hoca şaşırmış :
-Yahu olur mu böyle şey?
Bektaşi gülmüş :
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
Trafik
Papazın biri bisiklet kullanırken polis bunu durdurmuş.
-Ehliyet ve ruhsat lütfen
papaz -ehliyetim yok ama cebimde incilim, sağ omuzumda isa, sol omuzumda iyi melek var demiş.
polis -hem ehliyetin yok hemde bisiklete üç kişi biniyorsun demiş
Papaz ile Zangoç
Papaz, iki metre ilerisinde duran zangoça sormuş:
"Gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı?"
Zangoç'ta derin bir sessizlik...
lyice köpürmüş Papaz:
"Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun?"
"Hayır, buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim!"
Olacak şey mi! İki adım öteden beni duymuyorsun..." Zangoç bıyık atından gülmüş; "İsterseniz yer değiştirelim, anlarsınız..." Yer değiştirmişler.
Bu kez Zangoç seslenmiş:
"Kilise için toplanan yardımları kim iç ediyor?" Papaz kendi kendine söylenmiş:
"Hakikaten yahu! Buradan hiçbir şey duyulmuyor."
18 Haziran 2007 Pazartesi
17 Haziran 2007 Pazar
OSMANLI:GEMİLER KARADAN YÜRÜTÜLMEDİ! ULUBATLI HASAN HİÇ OLMADI! ANLATILAN TARİH HAYAL ÜRÜNÜ!'
Yapılan araştırmayı bilgilerinize sunarız.
Saça olup olmadığını değerlendirmenize bırakıyorum.
'GEMİLER KARADAN YÜRÜTÜLMEDİ! ULUBATLI HASAN HİÇ OLMADI! ANLATILAN TARİH HAYAL ÜRÜNÜ!'
İstanbul'un fethinin 553'üncü yıldönümü... Araştırmacı-yazar Erdoğan Aydın İstanbul'un fethini farklı bir bakış açısıyla anlattı, tartışma yaratacak iddialarda bulundu...
• 553 yıldır tartışılıyor: Fatih'in Başveziri Çandarlı Halil Paşa, divan görüşmelerini oklarla Bizans tarafına gönderdi mi; Bizans'tan içi altın dolu balıkları rüşvet olarak kabul etti mi?
Tamamen mizansen. Çandarlı, aç gözlülük yapmayacak kadar kendisini Osmanlıyla özdeşleştirmiş birisi.
• O zaman Çandarlı'nın bir karalama kampanyası sonucunda idam edilmesi 'derin devlet' işi mi?
Güncel dile çevirirsek, evet. Çünkü iki temel hizip var; bunlardan biri Zağanos Paşa'nın devşirme hizbi, diğeri de Çandarlı Paşa'nın Türk geleneği hizbi. Birincisi fetihçiliği, ikincisi varolan egemenlik alanının niceliği yerine niteliğinin arttırılmasını savunuyor. Çandarlı için çıkarılan rüşvet söylentileri de karşı hizbin bir oyunu.
• Geçelim gemilere; gemiler karadan mı yürütüldü, uçuruldu mu, ne oldu?
Gemilerin karadan yürütülmediğini artık neredeyse herkes kabul ediyor. Bu bir masal.
• Aslında gemi yürütmek daha önce Venediklilerin yaptığı bir şey; yani çok da imkansız değil?
Ama onlar ovada yürütmüş ve aylarca sürmüş. Burada ise iki geceden bahsediliyor. Üstelik alan düz değil, yokuş. Tümsekler ve çukurlarla dolu. Sık bir ormanlık alan. Sadece yol üzerindeki ağaçları kesmek bir ay alır. Eğer gemiler Kasımpaşa'dan indirilmiş olsaydı zaten Bizanslılar da daha yoldayken gemilerin gelişini görürdü.
Okmeydanı'nda yapıldı
• Peki Bizans'ın 22 Nisan sabahı birden bire karşısında görünce paniğe kapıldığı o 72 gemi nereden çıktı?
Evliya Çelebi ve Müneccimbaşı'nın da söylediği gibi o gemiler Halic'in ormanlık bölgesinde kalan, iç taraftaki Okmeydanı'nda yapıldı. Muhtemelen topların ve hisarın inşasında olduğu gibi yapımına kuşatmadan 7-8 ay önce başlandı.
• Peki Ulubatlı Hasan var mı; burçlara bayrak dikti mi; yoksa bu da mı hayâl?
Tıpkı gemilerin geçirilmesi gibi, aslında olmayan bir şey. Fatih daha saldırı öncesinde burçlara ilk bayrak diken askere tımar vereceğini ilan ediyor. Ama kayıtlarda bu nedenle tımar almış bir asker yok. Dönemin tarihçilerinin hiçbirinde de Ulubatlı Hasan diye birinden söz edilmez.
• O zaman Francis 'Şehir düştü' adlı kitabında nereden yazıyor?
Francis, o kitabı savaştan 25 yıl sonra ve tamamen bir senaryo gibi yazıyor. Öyle bir yeniçeri olsa bile adının Ulubatlı Hasan olduğunu Francis nereden bilecek? Ayrıca tam Malkoçoğlu filmi gibi. Kafasına taş gelmesine, binlerce ok göğsüne saplanmasına rağmen bayrağı diken bir askerden bahsediliyor. Ne yazık ki Edison'larımız Pasteur'lerimiz olmayınca bu tip mitolojik kahramanlara ihtiyaç duyuyor, çocuklarımızı Ulubatlı Hasan olmaya özendiriyoruz.
• İyi de, kafısma kızgın yağ dökülenler ya da surlara çıkarken elleri kesilenler de yeteri kadar 'Ulubatlı Hasan' değil mi?
Ben de tam olarak bunu söylüyorum: 1453'te binlerce Ulubatlı Hasan var, binlerce Ulubatlı Yorgo, binlerce kahraman var. Tek bir Ulubatlı Hasan aramaya zaten gerek yok.
• Ulubatlı sancağı dikmediğine göre o zaman aslında açık kalan Kerkoporta kapısından girildiği doğru mu?
Fatih'in tarihçisi Kritovulos böyle diyor. Kerkoporta kapısı Topkapı tarafında. İstanbul'un surları çift sur. Birinci surlar aşılınca, Bizanslılar içteki sura çekiliyorlar. Ama onlar bu kapıyı kapatamadan arkadan gelen Osmanlı askerleri şehre giriyor.
• Fatih'in aslında barışla girdiği iddiası?
Evet, pek çok tarihçiye göre deniz tarafından (Haliç-Unkapanı) savaşla, kara tarafından (Aksaray-Topkapı) barışla girilmiştir. Nitekim deniz tarafındaki kiliselerin camiye çevrilmesi, barışla girilen yerdeki Aksaray-Topkapı arasındaki kiliselerin kilise olarak kalması da bunun kanıtıdır.
• Barışla girildiyse askere üç gün yağma hakkı nasıl veriliyor?
Deniz tarafından girenler, ki ilk Bursa Subaşısı Cuba Ali Bey (Cibali adı buradan geliyor) girmiştir, yağmaya hemen başlıyor. Gemideki Türkler de peşinden. Askerler yağmaya dalınca Topkapı tarafını unutuyorlar. Oysa orada Bizans direnişi kuvvetli bir biçimde sürüyor. Bunun üzerine Bizans askerleri Fatih'e haber gönderiyor, 'Bize can güvenliği sağlayacaksan kapıyı sana açalım' diye. Molla Gürani ve Akşemseddin kabul etmiyor. Çünkü savaşla girildiğindeki İslamlaştırma hakkından vazgeçmek istemiyorlar. Ama Fatih kabul ediyor ve dediğimiz gibi Aksaray-Topkapı arasındaki kiliseler, kilise kalıyor.
'İslambol' uydurmadır
• Diyelim ki gerçekten de barışla girdi; bunun sonucu etkileyen herhangi bir tarafı var mı?
Elbette yok. Ancak fetihçi tarihçiler zannediyorlar ki barışla ya da açık kalan Kerkoporta kapısından girdiysek bunlar bizi daha az kahraman yapar. Bunu küçültücü buluyorlar. Oysa tarihe soğukkanlı bakmak lâzım.
• Türkler, şehre girdikten sonra Ayasofya'nın içine saklanan Bizans halkını kılıçtan geçirdi mi, geçirmedi mi?
Bu konuda da önemli bir tartışma var. Meselâ Evliya Çelebi Ayasofya'nın kan gölüne dönüştüğünü; buna karşın Lamartin kesinlikle Ayasofya'nın tabanına kan değmediğini söylüyor. Evet, Ayasofya'nın dışında direnç gösteren bazı papazlar öldürülmüş olabilir, ama bence Fatih Ayasofya'nın kapısı açıldığı ana yetişti ve olabilecek bir katliamı önledi.
• Fetihten sonra İstanbul için hiç 'İslambol' denmiş midir?
Fatih için ve Osmanlı'nın resmi belgelerinde İstanbul'un adı 'Konstantiniye'dir. İslambol lafı ise Fatih'i bize klasik İslamcı bir otorite gibi tanıtmaya çalışan, Fatih'ten çok Fatihçilerin bir uydurmasıdır. İstanbul adı 'stanpolis'ten gelmedir.
• Fetih günü için 29 Mayıs diyoruz, ama aslında 7 Haziran olduğu da iddia ediliyor?
Osmanlı tarihçileri arasında 6 Temmuz, hatta 1 Nisan tarihini verenler bile var. İttihat ve Terakkicilere göre ise 11 Haziran. Kuşkusuz bu noktadaki en doğru tarihi bulmalıyız, ama bence öz itibariyle çok da önemli değil.
• Fetihle ilgili en yaygın iddialardan biri de Ortaçağı kapatıp Yeniçağı başlatmasıdır?
Fethin dünyadaki etkisi konusunda kendi kendimize gelin güvey oluyoruz. İşin doğrusu fetih, yarattığı psikolojik şok dışında Batı'da dikkate değer bir etkide bulunmamıştır. Kaldı ki, Batı'nın coğrafi keşifler sürecine başlaması fetihten 34 yıl öncedir. Gütenberg'in matbaayı buluşu 1440'tır. Yani İstanbul fethinden önce Batı istim almaya başlamıştır bile.
Fatih yaşasa Konstantin'in mezarı anıt mezar olurdu
• Çelik Gülersoy, 'Madem ki bu şehri bunca seviyoruz, o zaman bu şehir için canını veren Konstantin'in de bir köşeye, bir heykelciğini koymak gerekir' demişti?
Doğrusu, Fatih bugün yaşasaydı, o da bunu söyleyebilir, en azından anıt mezarını koruyor olurdu. Çünkü Fatih, Konstantin'in öldürüldüğünü duyduğu anda hemen cesedini buldurttu ve onun kesik başına bakarak 'Allah seni ne kadar yüksek yaratmıştı ve seni imparator yapmıştı; niçin boş yere helak olmak istedin' dedi. Sonra da Hıristiyan geleneklerine göre gömdürttü. Ancak sonradan gelen şeriatçı zihniyet bu mezara da tahammül edemedi. Oysa ki Konstantin tam Fatih'e layık bir rakipti, ikisi de İstanbul'u aşkla seviyordu ve Fatih de bunu bildiği için onu takdir ediyordu. Bir açıdan baktığımızda aynı sevgili için çarpışan iki erkek gibilerdi.
Fatih ile Atatürk çok benziyor
• Fatih'ten bahsettikçe aslında akla bir isim geliyor: Atatürk?
Önemli benzerlikler var. İkisi de laik. İkisi de çağının çok ötesinde. İkisi de bilimsel ve siyasal seviyeyi yükseltmek için atılımlar yapmış. İkisi de içlerinden çıktıkları toplum ve hatta kendi kadrolarıyla kavga etmek zorunda kalmış. Atatürk de önce savaştığı Venizelos'la sonradan barış yaptı, takdir etti. Tıpkı Fatih'in Konstantin'e yaptığı gibi.
• Fatih'in İstanbul'u aldığı 29 Mayıs 1453 mü daha önemli, yoksa Mustafa Kemal'in İstanbul'u işgalden kurtardığı 6 Ekim 1923 mü?
6 Ekim; çünkü birincisi vergisini verdiğimiz, yurttaşı olduğumuz devletin kuruluşu açısından; ikincisi de anti-emperyalizm açısından, yani işgalcilere karşı çıkan bir gün olması nedeniyle 6 Ekim daha önemli.
• 29 Mayıs emperyalist mi?
Emperyalist değil, ama objektif baktığınız zaman sonuçta işgalci. Fakat Ortaçağ'da yaşanması nedeniyle de normal. Bizim bunu çok fazla yüceltmemiz bir Ortaçağ geleneğini olumlamak da oluyor.
• 29 Mayıs'la 16 Mart 1920'yi (İstanbul'un işgali) de bir tutmuyorsunuz, değil mi?
Asla tutmuyorum. Çünkü insanlık 1453'te çok daha ilkeldi; oysa 1920'ler insan haklarının telaffuz edildiği bir dönem. O yüzden 1920, işgal devletlerinin tarih önünde siyasi sorumluluğu olan bir olaydır, ama 1453 için bunu söyleyemeyiz.
• 1453'ün 1492'den farkı?
Bu çok iyi bir örnek: Çünkü Batı'nın 'Amerika'nın keşfi' diye kutladığı gün, kıtanın yerlileri için 'Amerika'nın işgali' ve 'soykırım' günüdür. Tüm insan haklarına inananların yorumu da aynıdır. 1453'ün 1492'den en büyük farkı da bu zaten. Fatih, isteseydi Avrupalıların înkaları yok etmesi gibi Bizans halkını yok edebilirdi; ama yapmadı. Bence İstanbul fethinin en üstün yanı bu.
Fetihçi olan Filistin işgaline de karşı çıkamaz
• Fetihçilik zihniyetiyle aramıza mesafe koyma fikri elbette kabul; peki ama 1453 sayesinde İstanbul'da yaşıyor olduğumuza bile sevinmeyelim mi?
İşte o zaman 'Benim yerime İstanbul'da Nora yaşıyor olabilirdi' diye düşünmek gerekiyor. Nora'yla empati kurmak, kalkıp buradan gidelim demek değil. Ama empatinin şöyle bir faydası var: Geçmişteki işgalleri kim yaparsa yapsın, istersek biz yapmış olalım, 2006 yılında artık onları büyük şenliklerle kutlamayalım ki bugün yapılan işgalleri de normal sayma hakkımız olmasın. Elbette, Fatih'i tarih içindeki değeriyle, erdemleriyle anıp, sahiplenelim. Ama 60 bin kişinin öldüğü, bir şehrin yakılıp yıkıldığı, tecavüzlerin yaşandığı, insanların köleleştirildiği, kellelerin karpuz gibi deniz üzerinde yüzdüğü tarihteki bir olayı bugün büyük övgülerle anarsak ne İsrail'in Filistin işgaline karşı çıkabiliriz ne de Amerika'nın Irak işgaline...
İstanbul'un Fethi ile yapılan araştırma yazısı.
Yazıyı Ekleyen
Kertmeyen_kene
saat/dakika/sn
16:12:00
0
kişi yorum fırlattı kafam yarıldı :(
Arama Motorları için kelimeler ( not bu taglar işe yaramaz billiyo8(), fatih, istanbul, osmanlı